Kapkara gökyüzü adeta ağlıyor gibiydi. Üzerine vuran damlalar kıyafetlerinin her bir noktasını ıslatmış olsa da umurunda değildi. Islak ve ıssız sokak boyunca yağan yağmurun patırtısı adeta beyninde yankılanıyordu.
“İçeriden hiçbir farkı yok” diye düşündü. Yıllarca, özgür olmanın hayalini kurduğu koğuşun yatağında uzanırken, teneke çatıya çarpan yağmur damlalarının sesini hatırlatıyordu ona.
Sonunda özgürdü, dışarıdaydı ama neden öyle hissetmiyordu?
Kaldığı evin kapısının önüne geldiğinde dalıp gittiği anılarına mola verdi. Yaklaşık iki aydır daha önce aynı koğuşu paylaştığı bir kader arkadaşıyla birlikte kalıyordu. Arkadaşı kendisinden birkaç yıl önce cezasını tamamlayıp çıkmış, zar zor bir iş bulmuş ve babadan kalma bu eski evde yaşamaya başlamıştı.
İçerideyken ara sıra özgürlük hayallerine onu da ortak ederdi. Dışarı çıktıklarında, önce güzel bir iş, sonra ‘namuslu’ birer kız bulup evlenip, çoluk çocuğa karışıp, mutlu olacaklardı…
Daha bir iş bile bulamamıştı. Gittiği her kapı yüzüne kapanmış, sabıkası her seferinde iş bulmasının önündeki en büyük engel olmuştu.
Kapıyı açıp eve girdi, ışıkları yaktı. Belli ki arkadaşı henüz gelmemişti. Ev soğuktu, duvarlar soğuktu, istemsizce titredi… Rutubet kokusuna alışmıştı, hiçliğin kokusuna. Bu eski evde son kahkahalar atılıp, son kez mutluluk koktuğunda, arkadaşı belki daha yeni yetme bir delikanlıydı. Her seferinde kapıyı açıp eve girdiğinde, huzurun evi terk edip, kasvetin onunla birlikte eve girdiğini söylemişti bir defasında arkadaşı…
Islak parkesini çıkarıp, sobanın yanında duran yıpranmış eski askıya astı. Ceplerindekileri masanın üstüne boşaltıp, sahip olduğu her şeye baktı boş gözlerle. Anahtar, toplasan 10 lira etmez madeni paralar, tuşları aşınmış eski bir telefon, kimlik ve eski bir fotoğraf.
Masanın yanındaki gıcırdayan sandalyeye oturdu. Fotoğrafı eline aldı, kıvrılan kenarlarını parmakları ile farkında olmadan düzelti. Fotoğraftaki genç kız, mutlu bir şekilde gülümsüyor olsa da öfke, pişmanlık ve acıydı gördüğü. Namuslarını temizlemek için gözünü bile kırpmadan öldürdüğü ablasıydı fotoğraftaki genç kız. Rasim Ağa’nın oğlu ile nişanlıydı ama köy okuluna yeni tayin olan öğretmeni sevmişti ablası ve birlikte kaçıp evleneceklerdi.
Babasının namuslarını temizlemek için eline tutuşturduğu silahla hiç sormadan, sorgulamadan çekivermişti tetiği… Önce öğretmeni sonra ablasını…
İki el silah sesi çınlatmıştı ufacık köyü. Sadece birkaç saniyede bitmişti her şey. Silahı bırakıp, dizlerinin üstüne çökerken, babası gururla sırtını sıvazlamış, annesi alnına bir öpücük kondurmuştu. Köyün erkekleri birkaç övgü dolu söz söyleyip, kahvede yarım bıraktıkları oyunlarına; kadınlar da yarım kalan işlerini bitirmek için evlerine
dönmüştü.
O ise yerde kanlar içinde yatan eserine bakmıştı dakikalarca, jandarmalar gelip onu tutuklayasıya kadar.
“Köy öğretmeni Ali Yılmaz ve sevgilisi namus cinayetine kurban gitti. Sevgilisinin kardeşi R.D. tutuklanarak cezaevine gönderildi” haberleri süsledi gazete manşetlerini.
İnsanlar birkaç gün konuştu ve unuttu yaşanılanları, sanki hiç yaşanmamış gibi sildi hafızalarından.
Tetiği çektikten hemen sonra hissettiği pişmanlık, acı ve kendisine duyduğu öfkeyle gülümseyen fotoğrafı bıraktı elinden. Odanın soğukluğundan olsa gerek titreyerek kalktı yerinden, üzerindekileri değiştirip, yatağını hazırladı. Lambayı kapadı ve buz gibi yorganın altına girdi. Nefesi ile ısıtmak için kafasını yorganın içine gömdü. İçini kemiren düşüncelerden sıyrılmaya çalışarak uyumaya çalıştı.
Boşaydı…
Zifiri karanlık odadaki sessizlik, beyninde çığlıklar atıyordu sanki. Vızırtıyı andıran bir ses ile kafasını yorganın altından çıkardı. Karanlığa alışmış gözleri masanın üstünde yanıp sönen telefona gitti. Telefon titriyordu.
Hızlıca kalkıp telefonu aldı. Koşa koşa henüz ısınmamış yatağına geri döndü.
İş ararken, şart olduğunu anladığı için sokaktaki bir tezgahtan son parası ile bu telefonu alabilmişti iki gün önce. Nasıl açıldığını hatırlayamadan telefon yanıp söndü defalarca.
Başvurduğu sayısız işlerden bir geri dönüş olduğunu umdu. Şansı dönmüştü belki de. Heyecanla geri arama yapmak istediğinde şaşırdı, arayan kendi numarasıydı. Teknolojiden yıllarca uzak kalmış olsa da bunun mümkün olmadığını biliyordu.
Tek yapması gereken sadece ufak bir boya kalıntısının kaldığı o yeşil tuşa basmaktı. Parmağı tuşun üzerinde geziniyor, cesaret edemiyordu. Böyle bir şeyin imkansız olduğuna emindi ama bir taraftan da merak
ediyordu.
Sonunda cesaretini topladı ve arama tuşuna bastı, telefon çalıyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi?Vazgeçip kapatmak istediği an “Alo” diye bir ses duydu, panikle kapadı telefonu.
Zifiri karanlık odada dönüp durmaya başladı, cezaevinde de gökyüzüne bakıp volta atardı. Bu sefer ki başkaydı; korku, merak birbirine karışmıştı. Çünkü duyduğu sesin kendi sesi olduğuna emindi…
Telefon tekrar titremeye başladı, ekrandan yayılan küçük ışık aydınlattı karanlık odayı.
Yaşananların rüya olduğunu umarak, tereddüt etmeden yeşil tuşa bastı ve kulağına götürdü.
Kısa bir sessizlikten sonra tereddütlü kendi sesini duydu:
– Kimsiniz?
– Siz kimsiniz? diyebildi sadece.
– Beni aramışsınız. Avukat R.D. ben
– Hayır siz beni aradınız, benim adım da R.D.
Sorular birbirini takip etti. Doğdukları yıl, doğdukları yer, anne-baba adları… Hepsi aynıydı.
Artık soracak tek bir soru kalmıştı. Fısıltıyı andıran bir ses çıktı dudaklarından:
– Sen de ablanı öldürdün mü?
– Hayır, ablam yaşıyor.
Gözünün önüne kanlar içinde yatan iki kişi geldi. Yalvarmalarına aldırmadan, tetiği kendi elleriyle çekmişti. Ablasının bilmediği bir yerde yaşıyor hissinin kendisini mutlu ettiğini hissetti.
– Ne yapıyor peki?
– Ali eniştem sayesinde dışarıdan okulu bitirip öğretmen oldu. İki kız çocukları var, biri doktor çıktı, diğeri de ablasının izinden gidiyor. Benim de elimden tuttular. Onların sayesinde eğitimimi tamamlayıp avukat oldum. Eşim de avukat, ikinci çocuğumuzu bekliyoruz.
Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi. Hayatının en güzel yılları, dört duvar arasında geçmişti. Vicdan azabı yaşamadığı bir gün bile olmamıştı. Ve şimdi telefonda konuştuğu kendi sesi, ablasının yaşadığını söylüyordu.
Sessizliği Avukat R. D bozdu:
– Sen ne yaptın?
Gözlerini kapadı, yutkundu. Zar zor döküldü kelimeler ağzından.
– Ablamı ve sevgilisini öldürdüm…
Birden kapı açıldı, hışımla içeri yaşlı bir adam girdi. Elini beline attı ve belinden çıkardığı silahı küçük çocuğun eline tutuşturdu.
– Git ve namusumuzu temizle.
Çocuk bir silaha baktı, bir de babasına. Sonra kendisine gülerek bakan genç kızın siyah beyaz fotoğrafına takıldı gözleri…
Ve tercihini yaptı…
Yazar: Ebru Boyra Gürbüz