İnsanlığın ilk silahıydı bir sopa ya da bir odun parçası. En ilkeliydi ama gücünü binlerce yıl himaye etti. Korku ve öfke anında herkesin eline ilk geçirdiği silahtı. Kimisi korku ile etrafa savurarak kendini savundu; kimisi de bahane ile, içindeki öfkeyi sopasına yansıttı. Kimi yanan ateşi söndürmek için kullandı, kimi de ateşi alevlendirmek için kullandı.
Her an, her saniye şahit olduğumuz iki duygu: Korku ve nefret… Hiç de yabancı değiliz bu duygulara son zamanlarda.
Öfke ateşi o kadar sıcak, o kadar parlak ki; kimileri de o ateşin etrafında dans edip, şarkılar söyleyerek etrafı izliyor, ateşin sıcaklığından keyif alıyor. Nefret ile ateşi körükleyenlerin eline bir odun daha tutuşturuyor ki ateş sönmesin. Nefretten kendini kaybetmiş insanların farkında olmadığı tek şey ise, ateşi besleyenlerden farklı olmadığı…
Herkesin tuttuğu bir sopa vardır elinde. Bazımız güvende hissetmek, sevdiklerini korumak için sadece yanında taşır…
Bazımız yakmak yerine o sopalardan bir şeyler inşa eder…
Bazımız yaratıcılığını kullanıp bir sanat eseri çıkarır ortaya…
Bazımız kendi sopasına sıçramamasına dikkat ederek ateşi söndürmeye çalışır elindeki sopasıyla, ama ne kadar dikkat ederse etsin iz kalır, is kalır..
Bazımız da ateşi besler sopasını ateşe atarak…
Nefret ateşi beslendiği sürece onun kimi beslediği ile ilgilenmez. Ve bir kere yanmaya başladığında hangi tarafta olduğunuzun önemi yoktur. Çünkü bir kıvılcım yeter, elinizdeki sopaya sıçraması için… O yüzden yapmamız gereken tek şey, sopalarımızı ateşten uzağa bir yere bırakarak sevgi ve vicdanımızın neler yapabileceğini beklemek… Hiç denenmedi, hiç denenmesine izin verilmedi; oysa en güçlü silahımız buydu…
Yazar: Ebru Boyra Gürbüz